Çocuğunuzun MUTLU, HUZURLU, HASTALIKSIZ, SAĞLIKLI, VERİMLİ, BAŞARILI, ÜRETKEN ve UZUN bir yaşamı olmasını istermisiniz? Sorusuna istisnasız tüm anne-babaların yanıtının ‘’Evet, hem de her şeyden çok isterim’’ olduğuna hiç birimizin şüphesi yoktur. Fakat bunun arkasından hemen şu sorular gelecektir; ‘’Böyle bir şey mümkün mü?’’ ve ‘’Bu benim elimde mi?’’. Bu iki sorunun yanıtlarının da MİKROBİYOTA kaynaklı risklerin uzaklaştırılması açısından ‘’EVET’’ olduğunu söyleyebilirim. Gelin isterseniz bunu biraz detaylandıralım.
Çocuklarımızın gelişim döneminde bazı hususlara biraz özen göstererek yukarıda saydığımız, sanki bir ütopya gibi duran kavramlara ulaşmak, biraz dikkat, biraz özen ve biraz da özveri ile mümkün olabilir.
Yukarıda saydığım ve çocuklarımız için ulaşılması çok zor gibi görülen kavramların gerçekleşmesindeki en önemli bileşenlerden biri çocuklarımıza kazandıracağımız mikrobiyal floradır (Mikrobiyota).
Mikrobiyota (FLORA) Nedir?
İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi tüm çok hücreli canlıların üzerinde yaşayan, ona zarar vermeyen, onların üzerinde yaşarken aynı zamanda yaşadığı canlının yaşamsal fonksiyonlarına katkıda bulunan, milyonlarca çeşitlilikte tek hücreli mikroorganizmalar vardır. Bunlar çoğunlukla bakteri, virüs, maya vb. tek hücreli canlılar ailesinin üyeleridir ve tamamının genel ismi FLORA’dır. Üzerinde yaşadığı canlıya (konakçıya) ve onun hangi bölgesinde konakladığına göre alt isimlendirmeleri yapılır.(İnsan genital bölge FLORASI, insan sindirim sistemi FLORASI vb.)
Sindirim Sistemi Florası Nedir?
Ağızdan anüse kadar olan alanda yerleşik, bizim onlara konakçılık yaptığımız, bize zarar vermeyen, aynı zamanda bizim için vazgeçilemez ve başka bir şekilde telafi edilemez fonksiyonları olan, bulunduğu bölgede dışarıdan giren mikrobik saldırılara karşı ilk defans ağını oluşturan, bölgenin asidite ve nemliliğinin oluşmasına katkı sunan, besinlerin sindirimini sağlayan, bağırsağın mukus üretimine ve seçici geçirgenliğine katkı sunan, bazı biyokimyasal bileşiklerin sentezini sağlayan (vitamin, hormon, nörotransmitter vb), binlerce çeşitlilikte, çoğunluğu bakteri, virüs ve mayalardan oluşan, gün içerisinde kendisini sürekli olarak yenileyen, uygun koşullarda yeni üyeler kazanarak biyoçeşitliliği artan, deforme olmuş ve zamanını doldurmuş üyelerin doğal yolla ilerleyerek gaita (dışkı) olarak atıldığı tek hücreli canlıların tamamı ‘’Sindirim Sistemi Florası’’ (Mikrobiyotası) olarak adlandırılır. Gaita hacminin %60-70’i ölü ve canlı flora atıklarından oluşur.
İnsanlar Vücudunun Hangi Bölgelerinde FLORA barındırır?
Vücudumuzun bazı bölgeleri tamamen steril (hiçbir zararlı veya faydalı mikroorganizma barındırmayan) iken bazı bölgeleri ise flora kolonizasyonları barındırır. Flora kolonizasyonları barındırdığımız alanlar vücudumuzun dış dünya ile temasta olduğu bölgelerdir. Flora olan alanların tamamı deri ve mukoza (iç deri) tabakası ile kaplıdır. Vücudumuzda flora bulunan bölgeler, sindirim sistemi, üst solunum yolu, dış kulak yolu, ürogenital bölge, cilt ve göz çukurudur. Flora cildimiz veya mukozamız üzerinde yaşar. Kan dolaşımımız ve dokularımız steril alanlardır. Sindirim sistemimizi döşeyen mukoza ile kaplı alan, vücudumuzun en geniş yüzey alanını temsil eder. Bir insanın tüm vücudunu kaplayan derisi ortalama 2 m2 iken, yalnızca ince bağırsaklarımızın toplam iç yüzey alanı yaklaşık 20.000 m2’dir, yani ince bağırsaklarımızı döşeyen iç deri tabakamız (mukoza), vücudumuzu saran derimizin yüzey alanından yaklaşık 10.000 katıdır. Bundan dolayı flora barındırma konusunda en büyük rezerv alan sindirim sistemimizdir. Kalın bağırsaklarımız (kolon) ise birim alana düşen flora elemanı açısından en zengin bölgedir. Tüm sindirim sistemi boyunca barındırdığımız FLORA yaklaşık 1,5-2 kg ağırlığındadır.
Floramız Nasıl Oluşur?
Floramız, intrauterin (ana rahmi) dönemden itibaren oluşmaya başlar. Gebelik döneminde annenin florası, annenin hastalıkları, beslenme yeterliliği ve kalitesi, radyasyon, kemoterapi ve antibiyotik başta olmak üzere ilaç kullanımı, sigara ve alkol kullanımı vb. birçok faktör çocuğun ana rahminde iken gelişiminde ve florasının şekillenmesinde etkili olur. Sezaryen ile doğmuş olması çocuğun flora gelişimi açısında önemli bir kayıptır. Anne sütünü en az bir yıl boyunca ve yeterli miktarda alması, flora biyoçeşitliliği yüksek ve geniş bir ailede yetişmesi de flora kazanımı için son derece önemlidir. Özellikle ilk 7 yaşında ne kadar çok sayıda ve kaliteli floraya sahip kişiyle (özellikle akranları), kültürle (yemek, içmek, folklorik vb.), coğrafya ile yakın teması olursa o ölçüde kaliteli flora inşa edecektir.
Floramıza, Yeni ve Sağlıklı Üyeleri Nasıl Kazandırabiliriz?
Sağlıklı ve doğal olması koşulu ile yeni ve özellikle doğal probiyotik içerikli gıda ile tanışarak, doğaya daha yakın olarak, stres faktörlerini azaltarak, sanayi, endüstri ve metropollerden uzak durarak, hem varolan rezervimizi koruruz, hem de yeni üyeler kazanırız.
Floramız Ömür Boyu Aynı mı Kalır?
Flora elemanlarımızın yaşam süreleri saatlerle sınırlıdır ve sürekli olarak kendisini yenileyen dinamik bir yapıya sahiptirler. Kötü yaşam koşullarında biyoçeşitliliği azalırken, uygun koşullarda sürekli olarak biyoçeşitliliği artırma eğilimindedir. Doğumdan itibaren yeni flora üyeleri kazanırız ve bu süreç ömür boyu devam eder. Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, hamilelik, menapoz ve yaşlılık döneminde bazı flora değişiklikleri yaşarız. Optimal kalitede floraya sahip olduğumuz dönem 20-30 yaş arasıdır. İlerleyen yaş ile birlikte flora biyoçeşitliliğinde ve kalitesinde azalma gözlenmektedir. Floramızda oluşan kayıplar birçok hastalığın başlamasında veya ilerlemesinde direkt veya indirekt etkiye sahiptir.
Flora biyoçeşitliliğini zengin bir şekilde koruyabildiğimiz ölçüde daha uzun, mutlu, hastalıksız ve sağlıklı yaşamaktayız. Yöresel olarak yapılan araştırmalarda, uzun ömürlü insanların yaşadığı toplulukların en temel özelliği, hem gençlikte, hem de ilerleyen yaşlarda çok kaliteli ve biyoçeşitliliği yüksek floraya sahip olmalarıdır. Bu bölgelerde yaşayan kişilerde, ileri yaş hastalıkları olarak tanımladığımız Parkinson Hastalığı, Alzheimer Hastalığı ve Demans (bunama) oranları son derece düşüktür. Bu hastalıkların çok az görülmesinin yanı sıra, görülse bile ortaya çıkma yaş ortalaması da son derece yüksektir. Flora biyoçeşitliliğimiz sayesinde bağırsaklarımızın en önemli özelliği olan Seçici Geçirgenlik sağlanır ve sürdürülür.
Bağırsaklarımızın Seçici Geçirgenliği Ne Demektir?
Tüm sindirim sistemimiz tek sıralı iç deri tabakası (Mukoza) ile kaplıdır. Bağırsaklarımız gıdaların sindiriminin ve sindirimi gerçekleşmiş gıdaların emiliminin gerçekleştiği en önemli yerlerdir. İnce bağırsaklarımızın boyu yaklaşık 7-8 metredir. Fakat bağırsak iç yüzeyi kıvrıntılı yapısından (villus ve mikrovillus) dolayı yüzey alanı yaklaşık 20.000 m2’ye kadar ulaşır, hatta Afrika ve Avusturalya’da halen yaşan yerli kabilerde bu yüzey alanı 35.000-45.000 m2’ye kadar çıkar. İnce bağırsak yüzey alınımızın genişliği bizim en önemli sağlıklılık kriterlerimizden biridir. Ne kadar fazla ince bağırsak yüzey alanına sahip olursak o ölçüde kaliteli sindirim, emilim ve sentez kabiliyetine ve rezervine sahip oluruz. Bağırsaklarımız mutluluk hormonu olarak da bilinen Seratonin hormonunun en fazla üretildiği alandır. Tüm sindirim sistemimiz gibi bağırsaklarımızın mukozal yüzeyini, jelimsi nitelikte MUKUS adını verdiğimiz bir yapı kaplar. Mukus, mukoza tarafından salgılanır. Mukus sayesinde bağırsak içeriğinin mukoza ile direkt teması engellenmiş olur. Bu sayede mukoza tabakası sindirim salgılarının ve gıdaların yıkıcı etkisinden korunmuş olur. Sindirim sistemimizin her bir bölgesinde, her biri farklı özel fonksiyonlara sahip, ihtisaslaşmış FLORA kolonizasyonları vardır. Sindirim Sistemi Floramız mukus oluşumunda, korunmasında ve sürdürülmesinde vazgeçilmez niteliktedir.
Sindirimi gerçekleşmiş, bizim için gerekli ve bize zarar vermeyecek besin öğeleri, sindirim sistemini kaplayan MUKOZA tabakasını oluşturan hücreler arasından emilerek kan dolaşımına geçer. Bu emilimde mukoza tabakası Seçici Geçirgen özelliğe sahiptir. Seçici geçirgen özelliğe sahip mukoza bariyerinden her şey emilerek kan dolaşımına geçemez. Bağırsaklarımızın Seçici Geçirgen özelliği, bizlerin hastalıklardan korunmamızda ve hayatta kalmamızdaki en önemli sigorta mekanizmalarından biridir. İşte bu bağırsaklarımızın SEÇİCİ GEÇİRGENLİĞİ sağlıklı mukozamız, mukus ve flora sayesinde korunur. Seçici geçirgen özellik genetik hafızamız sayesinde nesilden nesile aktarılır.
Genetik Hafızamızın Seçici Geçirgenlikteki Rolü Nedir?
İnsanlar onbinlerce yıllık yaşam serüveni boyunca analiz ve sentezler neticesinde elde ettikleri kazanımların biyokimyasal şifrelerini kromozomal düzeyde kaydeder ve genetik kodlarımıza işlenmiş bu bilgileri, genetik hafızamız sayesinde nesilden nesile aktarırlar. Bağırsaklarımızdaki seçici geçirgenlik özelliği de genetik hafızamızın bir sonucudur. Bir örnek vermek gerekirse; Bizler çıplak gözle veya analizlerle buğdayın GDO’lu olup olmadığını anlamakta bir hayli zorlanırız, fakat bağırsaklarımız GDO’lu ürününle temas ettiğinde saniyeler içerisinde bunun orginal buğday olup olmadığını algılar ve gerekli tepkiyi verir. Genetik hafızamız ve sağlıklı mukozamız sayesinde bağırsaklarımızdaki seçici geçirgenlik sağlanır.
Bağırsaklarımızda Seçici Geçirgenlik Olmazsa Ne Olur?
Bağırsaklarımız emilim yüzey hasarı sonrasında seçici geçirgenlik özelliğini kısmen veya tamamen kaybedebilir. Seçici geçirgenlik bozulacak olursa, normalde bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına geçmemesi gereken sindirimi gerçekleşmemiş gıdalar, zehirler, mikroplar, alerjenler, ihtiyaç duymadığımız gıdalar, formasyonu bozulmuş gıdalar vb. kan dolaşımına geçmeye başlar. Bağırsaklarımızın seçici geçirgenliğinin bozulması neticesinde kan dolaşımına geçmemesi gerektiği halde geçen maddeler, kan dolaşımımızda bulunan, genetik ve öğrenilmiş hafızası olan ‘’T Lenfositler’’ sayesinde yok edilmeye çalışılır. T Lenfositler kan dolaşımına giren bu yabancı ve zararlı unsurları kan dolaşımı ve dokulardan uzaklaştırır. Bağırsakların seçici geçirgenliğin bozulmasının uzun süre ve artarak devam etmesi halinde savunma sistemimiz de bir süre sonra yorulur ve koordinasyonu kaybetmeye başlar. Bu durumda vücudumuz kendisini koruma amaçlı olarak seçici geçirgen özelliğini yitirmiş mukozal alanları işlevsiz yüzey alanına (FİBROZİS) dönüştürür ve aynı zamanda geri dönüşsüz bir şekilde bu bağırsak yüzey alanlarını kaybetmiş olur. Bağırsak yüzey alanı kaybı belli bir seviyeden sonra telafisi mümkün olmayan fonksiyon kayıpları olarak karşımıza çıkar. Bağırsaklarımızın hangi bölgesinden yüzey alanı kaybedilecek olursa, o bölgenin fonksiyonları ile ilgili geri dönüşsüz kayıplar yaşanır. Aslında bağırsaklarımız çok ciddi yedek rezerve sahiptir. Bundan dolayı ince bağırsaklarımızın yaklaşık 20.000 m2’lik iç yüzey alanı 4.000 m2’ye düşünceye kadar hiçbir fonksiyon kaybı yaşanmayabilir. Yüzey alanı belli bir seviyenin altına düştükten sonra klinik tablo hem daha hızlı ilerleyerek dramatik ve gürültülü klinik seyir izler, hem de yapılacak tedaviye yanıt zayıflar.
Seçici geçirgenliğin bozulması, savunma sistemimizin yorularak koordinasyonunu kısmen veya tamamen kaybetmesi sonucu, kendi doku ve hücrelerimizi de yabancı ve zararlı olarak algılayan ‘’Savunma Sistemi Elemanlarımız’’ oralara da saldırarak zarar verirler. İşte bu tabloya OTOTİMMÜNİTE ve bu şekilde oluşan hastalıklara da OTOİMMÜN HASTALIKLAR denir. Herhangi otoimmün hastalığın oluşması diğer otoimmün hastalıkların oluşmasını kolaylaştırır.
Bağırsaklardaki seçici geçirgenliğin, bağırsak yüzey alanı kaybının ve otoimmün hastalıkların oluşmasındaki en kritik aşama FLORA HASARI ve FLORA BİYOÇEŞİTLİLİĞİNİN azalması veya yok olmasıdır.
Çocuğumuza Kaliteli ve Biyoçeşitliliği Yüksek Flora Kazandırmamız Mümkünmüdür?
EVET mümkün. Bunun için yapılması gerekenler iki dönem altında incelenebilir. Bunları doğum öncesi ve doğum sonrası dönemler olarak ayrılabiliriz.
Doğum öncesi süreçte annenin dikkat etmesi gerekenler:
- Düzenli spor yapmalı
- Doğal ve dengeli beslenmeli
- Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanmamalı
- Zorunlu haller dışında ilaç kullanmamalı
- Çevresel kirleticilerden uzak kalmaya çalışmalı
- Normal doğumu tercih etmelidir
Doğum sonrası dönemde dikkat edilmesi gerekenler:
- En az bir yıl anne sütü verilmesi
- Koruyucu aşıların uygulanması
- Lüzumsuz antibiyotik kullanılmaması
- Doğal beslenme
- Hazır ve paketli gıdalardan uzak durulması
- Tarım kimyasallarına dikkat edilmesi
- Endüstriyel kirleticilerden uzak durulması
- Kaliteli floraya sahip akranlarıyla uzun süreli temasının sağlanması
Çocuğun doğumundan sonraki gelişme döneminde kazanacağı kaliteli ve biyoçeşitliliği yüksek flora birçok hastalığın oluşmasını engelleyecektir. Örneğin, kaliteli bir floraya sahip olan çocuk çok daha az üst solunum yolu enfeksiyonu geçirecektir. Sağlam boğaz florası onun için en önemli koruyucu bariyerdir. Aynı şeklide ağız florası kaliteli olan bir çocukta ağız içi enfeksiyon ve yaralar daha az olmakla birlikte diş çürüklerine çok daha az rastlanır. Sindirim sistemi flora kalitesi de beslenmesinde, sindirim ve sentez fonksiyonlarında vazgeçilmez niteliktedir. Sindirim sistemimiz, vücudumuzun ihtiyacı olan besin ögelerinin giriş kapısıdır. Sindirim sistemi floramız sağlıklı olduğu zaman vücudumuz için gereken besin ögelerinin sindirilmesi, sentezlenmesi ve emilmesi sağlanabilecektir. Gerekli besin ögelerinin eksiklikleri birçok hastalığın oluşmasındaki temel faktördür. Çocuğun gelişiminde sağlıklı flora vazgeçilmezdir. Sağlıksız flora ise hastalıklara davetiye çıkarmaya başlar. Örneğin sağlıksız boğaz florasına sahip çocuk sürekli boğaz enfeksiyonu geçireceği için sağlıklı akranlarına göre gelişimi daha geride olacaktır ve beraberinde daha kalitesiz yaşam ve daha düşük sosyal ve akademik başarı görülecektir.
Son cümle olarak belirtmem gerekir ki; Çocuğumuzun, mutlu, huzurlu, sağlıklı, kaliteli, verimli ve uzun bir yaşam sürmesi için gereken tek şey FLORASININ (mikrobiyotasının) sağlıklı ve biyoçeşitliliğinin yüksek olması değildir. Fakat mutlu, huzurlu, sağlıklı, kaliteli, verimli ve uzun bir yaşam için kesinlikle sağlıklı ve biyoçeşitliliği yüksek bir flora sahip olması ön koşuldur.
Doç Dr Murat KANLIÖZ
Genel Cerrahi Uzmanı